Risâle-i Nur’un “Yirmi Dokuzuncu Mektub”unda “Hücumat-i Sitte” ve Zeyli ve “İşârât-ı Seb’a”ve “Telvihat-ı Tis’a” gibi risâlelerin Rumuzat-ı Kur’âniye ve tevafukat-ı Nuriyeye karşı bir sûrette bulunmasının hikmeti, mahkemeler ve ehl-i vukufun susturulmasına ve bizi onlarla mes’ul etmemesine bir vesile olmaktı. Güya o Rumuzat, o derin ince mes’eleler, lîsan-ı hal ile onlara demiş: “İnsaf ediniz.. Kur’ânın bu derece esrarına çalışanlara ilişmeyiniz...” Şimdi ise o karışık vaziyeti hiç münasib değil. Çünkü o rumuzat ve tevafukata, yirmiden ancak birisi muhtaç olur, anlar. İçindeki öteki risâlelere yirmiden on dokuzu muhtaç olup anlayabilir. Buradaki Nur Şâkirdleri diyorlar ki: “Mu’cizeli Kur’ânımıza üç sene Denizlili kardeşlerimiz bakdılar; onlar müsaade etsinler, biz de üç ay bakacağız. Hem buradan İstanbul’a muhabere edip fotoğrafla “Hizb-i Nuriye”, “Hizb-i Kur’âniye” gibi tab’ına çalışacağız.” İstanbul’daki Amerika sefiri vasıtasiyle Amerika’daki müslüman heyetine “Zülfikâr”ı ve bir “Asâ-yı Musa”yı göndermesini istiyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki: Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risâle-i Nur, siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risâle-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takib ettiği halde; buranın en büyük bir hâdisesi olan Risâle-i Nur’u elbette arayacaktır. Bundan sonra her mes’elemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini temsil eden has şâkirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir re’yim var. Umum kardeşlerimize binler selâm ve selâmetlerine dua eden ve dualarını istiyen kardeşiniz... Kelimenin manası için üzerini çift tıklayınız. | |||